19 Nisan 2024

Genel

İstismar edilen bir konu daha varki oda şudur. Hacı Yılmazın tutuklanmayışı. Halbuki biz Metris cezaevindeyken molla Hacı Yılmazın serbest bırakılmasını kendi kerameti olarak gösterdi, sonrada aleyhinde propagandaya çevirdi.

Birincisi kumpas mantığını bilen herkes bilirki bazılarına dokunmazlar ki gurup birbirine düşsün. İkincisi eğer Hacı Yılmazın tutuklanmayışı ajanlık için bir delilse, Üstad defalarca tutuklandığı halde Hulusi abi soruşturma bile geçirmedi. Ayrıca Celal Aşçı, Sadrettin Büte, Yaşar Dikmen gibi cemmatın eskilerinin gözaltına bile alınmayışları bunların ajanlığının ispatı olur. Ayıptır bari iftira ederken etrafınıza bakın.

Malumunuz sürekli olarak Hulusi abinin Üstadın varisi olduğunu ve veraseti mollaya bıraktığını iddia ediyorlar. Halbuki Hulusi abi hiçbir zaman kendisini Üstadın varisi olarak görmedi ve takdim etmedi, aksine aşağıda görüleceği üzere böyle bir şeyi kesin ifadelerle red etmiştir.

Soru 2: Varisleriniz kimlerdir?

Cevab: Dinlenecek söz Kur’an’dır. Ve onun sırr-ı i’cazını beyan eden Nurlardır. Şahsiyet-i maneviyyeye ait olan hüsn-ü zanlar her hangi bir şahsa mal edilemez. İhlas dersi ve düsturları bu hususta kimseden bir şey öğrenmeye ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır.

Biz Allah’a hamd olsun Kur’an’ın şakirdiyiz. Şahsiyet-i maneviyye haline gelen ihlaslı kardeşlerde tefanilik vardır. Birisi ölürse, kalan ruhlar hizmete devam ederler.

Varis, işte o şahsiyet-i maneviyedir. Bu fakire, o şahsiyet-i maneviye içinde bildiğiniz cüz’i izahları yapmak, ihtiyar ve iktidarım olmadığı halde ihsan buyurulmuştur. Sure-i Hicr’in 9. Ayetinde,

اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ

“Biz Kur’anı inzal ettik, onu tebdil ve tahriften hıfz edicilerdeniz.” Ve sure-i Sâff’ın 8. Ayetinde,

يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَاللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

“Onlar kastederlerdi ki Allah’ın nurunu söndüreler, Allahu teala nurunu her zaman i’la ve ilan edecektir. Her ne kadar kâfirler kerih görürlerse dahi” bu iki ayetin hükümlerince elbette Kur’an derslerinin izah edicilerini de halk etmek Allah’a ait vazifedir. Allah’ın Rahmetinin devam edeceğine inanıyoruz.

Muhibbi Muhlisiniz, Hulusi

******

CEVÂB 2: Malumunuzdur ki bu meslek şahıs değil, şahsiyyet-i ma’nevîye mesleğidir. Rükünlere dikkat etmek kanâatimce esâsa muhâlefet etmek olur….

CEVÂB 3: Varisler hastalığı zamanında hayâtta bulunup sünnet olan vasıyyeti yerine getirecek zâtlardır. Üstâd hazretleri bir tarîkatın piri değildir ki postnişinlik vazîfesini birine veyâ bir zümre ve aralarında birini seçmek üzere bıraktığı, varis yaptığı düşünülebilir. Bu bâbta bir şurada düşünülemez hem bir hadîs-i şerîf ile sâbit olan her yüz başında bu ümmete Cenâb-ı hak îmânlarını tecdit için bir müceddid göndermesi husûsunun onun bir ferdi bu asırda Risâle-i Nûr’dur diyen Üstâdımızdır.

Muhibbi Muhlisiniz, Hulusi

*******

….Üstadın vazifesini devralmak mevzuu bahis olamaz. O zat böyle bir hizmete kader-i ilahinin tensibi ile getirilmiştir. Her yüz başında bu ümmetin başına bir müceddid göndermek ilahi bir tavziftir. O yüz senesinin ise Allah u âlem hicri 1300 senesinin sonu 1400 senesinin başı olmak iktiza eder. O zat gelirse nurları takip edeceği Kur’ani ve imani hizmete bir rehber ve esas yapacaktır. La yâlem ül gaybe illallah.

Şahsi kanaatim bundan ibarettir. Rahmet-i İlahiye sonsuzdur. BİZLER VE UMUM MÜSLÜMANLAR, MÜMİNLER BÖYLE BİR ZATI RAHMET-İ İLAHİYEDEN BEKLEMEKTEYİZ.

Üstadın varislerim dedikleri ise onları hizmete teşvik için söylenilmiş bir iltifat mahiyetindedir. (Talebe olmanın şartı Sözler’i kendi malı ve telifi gibi bilip sahip çıkması denilmesi kâfi bir izahtır.)

Soranlara sizinle ve muhterem ailenizle alakalarını devam ettirenlere binler selam ve dareynde saadetler niyaz ederim.

El Baki El Hubbi Fillah Muhibbi Muhlisiniz Hulusi 25/12/76

*******

….SADİSEN: Madem ki; mesleğimiz uhuvvettir. Herhangi birimiz eski hâdim olduğumuzu ve hal-i hayâtta iken Üstâd’ımızın hakkımızdaki, hizmette fütûra düşmemek için teşvîkkar iltifâtlarını halkı etrâfımıza toplamaya sarf etmek için; “Ey nas bana geliniz beni dînleyiniz benim sözlerimi düsturu harekat yapınız” gibi enâneyyeti ve nefsin arzûlarını okşayacak yerlere kullanmamalıyız ve etrâfımızdakilerin hürmet ve muhabbet tezâhürlerini kendimizde muhayyel bir makam tasavvur edip bir unvân takıp haşa Sümme haşa takdis eder bir hal almalarına da müsaade etmemeli ve o gibileri bu ma’nâsız sözlerden şiddetle men etmeli ve ifrat ve tefritten ictinap etmeliyiz.

Zâten gizli Dîn düşmanları ALLAH’ın NÛR’unu üflemekle söndüremezler. Bizler kaş yapayım derken göz çıkarmaktan, o gizli düşmanların emellerine hizmet etmekten ürkmeli ve titremeliyiz. Zâten gizli dîn düşmanları, kalbi titreten ve ağlatan bir hâlde şudur ki; ya menfaat-ı şahsîyye veyâ hasis birkaç kuruş almak için ehli İman ve İslâmı rencide etmeyi, İman hizmetlerine zarar vermeyi kabûl edenler görülüyor. ALLAH bu gibileri hayır ile islah ve şerlerinden ehl-i İmanı Muhâfaza buyursun.

Muhibbi Muhlisiniz, Hulusi

******

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün zira Risale-i Nur külliyatında, Üstad ve talebelerinin hayatları bu konuda yeterli izahı veriyor, insafı olanlar için kafidir. Ayrıca Hulusi abinin emanetçisi durumunda olan Muhammed Orakçıoğlu Hulusi abinin Üstadın vefatından sonra yazdığı bütün mektublarını ve kayda alınan dersleri https://www.hulusiyahyagil.com sittesinde peyder pey yayınlıyor. İlgilenenler oaradan takip etsin.

Allah bizi istikametten ayırmasın. Molla ve arkadaşlarına hidayet nasib etsin ve Müslümanları onların şerlerinden muhafaza etsin.

TAHŞİYE YAYINLARI SAHİBİ FETÖ MÜCADELESİNİ HUKUKİ OLARAK İLK BAŞLATAN

FETÖ KUMPASLARI MAĞDURU

MEHMET NURİ TURAN

Bugüne gelirsek molla ve arkadaşları iftiralarını sürdürmekte berdevamlar. Lakin benim Fetöyü şikayet etmemin operasyona dönüşmesi, kumpasın kamuoyunda duyulmasına vesile oldu. Haliyle Tv ler onlara kapılarını açtı, bu durum onları sevintirik yaptı ve şımarıkça hareket ettiler. Üstadın talebelerinin vefatıylada kendilerini mahallenin kabadayısı zanettiler. Son yıllarda Üstad’ın eserlerinin diyanet tarafında basılmasına karşın onlarda mollanın kitaplarının Diyanet tarafından basılması için sayın Cumhurbaşkanına mektublar yazdılar, hatta kamuoyuna açık şekilde yazdılar. Tabi karşılık görmediler, karşılık görmeyincede sanki sorumlusu Nur talebeleriymiş gibi, bütün cemaatlere saldırdılar.

Özellikle Hulusi abinin her türlü hizmetinde bulunan Elazığlı Muhammed Orakçıoğlu’na, saldırdılar çünkü mollaya göre Orakçıoğlu mollaya biat etseydi bütün Türkiye edecekti. Fakat Orakçıoğlu “ihanet” etti ve Üstadın talebeleriyle münasebetini sürdürdü. Onun içinde o düşmandı ve mutlaka itibarsızlaştırıp cemaat içinde gözden düşürülmeliydi.

Bunun için İslam düşmanlığı ile bilinen ve sayın Erdoğan düşmanlığı ile intişar etmiş olan Cumhuriyet, Gözcü ve Oda Tv gibi mahfillerle işbirliği yapıp başta Orakçıoğlu olmak üzere Müslümanları jurnallemekten utanmadılar.

Peki Neden Orakçıoğlu ona biat etmeliydi, çünkü Hulusi abi mollaya birkaç iltifatta bulunmuştu, bunlardan birisine bende şahidim hatta şahitliğimi anlatırken, Fetöcüler gibi beni gizlice videoya almışlar, konuştuğumuz konu neyse onu kırpıp sosyal medyaya servis etmişler, ve sürekli paylaşıp duruyorlar, dikkat ederseniz molla videoya alındığının farkında, konuşmam için beni teşvik ediyor. Halbuki bu dalaverelere hiç gerek yoktu bana sorsalardı zaten anlatırdım. İşte bu iltifatlara binaen Orakçıoğlu ona biat etmeliydi. Risale-i Nur mesleğinde olmadığı gibi insani olmayan bir davranış.

Hulusi abinin vefatından sonra ismini kullanmaya başladı ve sadece işine geleni söyledi, gelmeyeni olmamış gibi davrandı.

Baktığımız zaman, Hulusi abinin hiçbir ikazını dikkate almamıştır örneğin “….Biz mü’minler ücretimizi peşin almışız. Saâdeti ebediye ve huzûru daimi servet ile elde edilemez. Meşhur Salebe’nin zenginlik istemesi neticesi vahim olmuştu…..” Nasihatını hiç dikkate almamıştır. Veya neden bana böyle bir ikazda bulunuyor diye sorgulamamıştır.

Ben yayınevini bıraktıktan sonra Hulusi abinin mektublarının bir kısmını yayınladılar güya o mektubların tamamını Hulusi abi, mollaya yazmış, onu varisi yapmış vs. Halbuki orijinal resmi olan 16 mektubçuk gerçekten molaya yazılmış. Diğerlerinin hiç birisinin orjinali elinde olmadığı gibi tashih için tam metin fotokopi bile yoktu. Üstelik bu mektublar muhtelif Nur talebelerine yazılmış. Onunla hiçbir alakası yok. Yani en büyük iftirayı Hulusi abiye yapmıştır.

Aklıma gelmişken şunu söyleyeyim mollanın böylesine pervasızca bize ve Hulusi abiye iftira etmesine sebep olan ve arkasında duran başta Sadettin, Yaşar ve Abdulmennan olmak üzere eski arkadaşlarımızdır, suçu gazeteci taifesine atmasınlar kimse inanmaz.

Bu olay muharrefte olsa bir dava adamının hikayesi değil, sadece ve sadece dünyalık edinmek için dini istismar eden birisinin hikayesidir. Yarın Hulusi abinin veraset, mevki, makam ve benzeri konulardaki mektublarından bir derlemeyle bu konudaki yazılarıma şimdilik son vereceğim.

Devam edecek..

TAHŞİYE YAYINLARI SAHİBİ

FETÖ KUMPASLARI MAĞDURU

MEHMET NURİ TURAN

Onun dediği günden üç gün önce ben, Hacı Yılmaz ve mollayla Hacı Yılmazın ilk hizmet arkadaşları olan Saadettin Büte, Yaşar Dikmen ve Celal Aşçı ile birlikte Muşa gittik. Molla kendisinin hakim, savcı ve jürisi olduğu bir mahkeme kurmuş çocukça hareket ediyor ve bizden itiaat istiyor. Örneğin ders yaptığı dershaneyi kapatacaksın ve Merter de talebesi olan Abdulmennan Özmenin dersine gideceksin, benden izinsiz seyahat etmeyeceksin, ben istersem evini İstanbul’dan başka yere nakil edeceksin gibi akla, ahlaka ve arkadaşlığa sığmayacak davranışlar. Epeyce konuştuk fakat o bunda ısrarcı olunca, Hacı Yılmaz ayağa kalktı ve ben köle değilim dedi, çıkıp gitti. Zaten yapacağı başka bir şeyi yoktu.

Orada kalanlar ben, molla, Celal Aşçı, Sadettin Büte, Yaşar Dikmen, Abdulhak Akpolat ve Ali Can Özmen. Hacı Yılmaz çıkar çıkmaz ben mollaya yanlış yaptığını bunun kabul edilemeyeceğini söyledim, cevabı şu oldu, ben asla geri adım atmam, her şeyi tasarladığı belliydi. Artık işi kafasında bitirmişti ve o çıkar çımaz Mustafa Kaplanın gayrı memnunlar dediği üç arkadaşından biri olan Sadettin Büte Hacı Yılmazla artık görüşmeyeceğini söyledi, diğerleri bizde görüşmeyiz dediler. Halbuki bir gün öncesi mollanın kesin haksız olduğunu Hacı Yılmaza karşı davranışının insani olmadığını söyleyip duruyorlardı, özellikle Celal Aşçı ateş püskürüyordu. Kısaca iki yüzlülük gırlaydı. Ertesi gün uçakla İstanbula dönüş yolunda aynı adamlar Hacı Yılmaza hakkını helal et değip durdular.

Biz İstanbula geldikten sonra bizim bir zamanlar ders yaptığımız mekanlar artık dedikodu merkezi haline gelmişti. Sürekli olarak insanlar bizim aleyhimize kışkırtılıyordu. Yaklaşık bir ay sonra 17 – 25 aralık yargı darbesi girişimi oldu, molla bunu fırsat bildi ve hemen bizlere FETÖ cü iftirasını attı onlarca insanı Muş’a ayağına çağırdı herkese bizim fetöcü olduğumuzu elinde deliller olduğunu hatta çok yakında ABD ye gidiş gelişimizin uçak biletlerine kadar göstereceğini söylemiş. Tabi gösteremeyince haliyle bazı insanlar delil sormuş, soranlara eline geçirdiği şeyleri hatta su bardağı fırlatmış.

Bu arada Kaplan, Ateş, Bozgeyik, Sadettin, Yaşar, Celal, Kutlu, Sami, Hasan Basri, Yücel, ve daha birçok kişiyi vazifelendirip bizim Fetöcü olduğumuz konusunda muhtelif kişileri ikna turuna çıkarıyor. Buna mukabil bizde bu iddialara karşı bir yazı yayınladık ve kendisini ispata davet ettik. İspata yanaşmadığı gibi yüzleşmeye bile cesaret edemedi, onun yerine Ağustos 2014 tarihinde Türkiye çapında bütün cemaatini Yayınevinin o tarihte Bayrampaşa daki merkezinde toplayarak iftirasını savunmakla beraber, namus haricinde iftiranın suç olmadığını, ister şeriat, ister medeni mahkeme olsun hakimin vereceği herhangi bir ceza olmadığını beyan ediyor. Sizin anlayacağınız hem Allah’ın dinine hem Tc kanunlarına iftira ediyor, sadece haklı çıkmak için. Bu konuşmayı kimse inkar etmesin kendilerinin YouTube yayınladığı ses kaydı elimizde.

İşin enteresan tarafı orada cemaatın itibar ettiği bütün mollalar varmış, Molla Abdulmennan, Molla Abdulhak, Molla Alican, Molla Lütfü, Molla Muhammed Emin, Molla Muhammed’lar, Molla Abdulbaki, oğlu Molla Fatih ve başta Sadettin, Yaşar, Celal gibi büyük abiler, kısaca mollanın heyeti ilmiyesi. Bu zevatın hepsi ve güya yıllardır Risale-i Nur okuyanlar, akşamları İhlas dersi verenler ise tasdik ediyorlar. 14 Aralık 2014 tarihinde benim şikayetimle komuoyunda Tahşiyecilere kumpas olarak bilinen operasyonun patlak vermesiyle ne yapacağını şaşırdı çünkü Fetöcü iftirası attığı bizler Fetö örgütünün çökmesine sebep olmuştuk.

Ve bu sefer devleti üzerimize salmak için kendisinin yazdığı bir dilekçeyi Malatyalı embesil bir fıçıcının marifetiyle İstanbul Emniyet müdürlüğüne gönderdi, baştan sona düzmece ve saçma sapan bilgilerle doluydu, üstelik bizi hapisten kurtarmak için çırpınan Avukatı dahil etmişti, birde Üstadın talebelerinden Merhum Ahmet Aytimur ve Abdullah Yeğin abileride yanımıza katmıştı. Bilahare Mustafa Kaplan defalarca aynı minvalde iftira dilekçelerini bin bir umutla mahkemelere verip durdu.

Devam edecek..

TAHŞİYE YAYINLARI SAHİBİ

FETÖ KUMPASLARI MAĞDURU

MEHMET NURİ TURAN

Biz 20 Mayıs 2011 de tahliye olmuştuk, tahliye olduğumuz gün molla 21 Mayıs sabah namazı vaktinde cemaat kadınlarını İstanbul / Başakşehir’de toplayarak, Feto için o bizim bir kardeşimizdir, bizi hapse atmakla hata etmiştir ama aynı hatayı Yusuf (as) kardeşleride yapmışlardı. Hakkımı helal ediyorum ve lütfen dedikodusunu yapmayın konuyu kapatın diğerek sıkı sıkı tembih etmiş. Aynı toplantıyı aynı minvalde üç gün sonra İstanbul/Merterde cemaat erkeklerine yapılmıştır. Bu toplantılardan bizim haberimiz olmamış bizden saklandı bir yıl sonra öğrendim. Kısaca adam korkudan her şeye razıydı.

Bu davranışlarına bakınca düşünmeden edemiyorum, Hapishanede haberimizin olmadığı bir şeymi oldu. Niye böyle dediğimi izah edeyim. Hapishanede iki türlü ziyaretçi var birincisi klasik ziyaret odasında gruplar halinde yapılan ziyaretler. Birde standart dışı olan savcıdan özel izin alınarak yapılan ve ziyaret günü dışında gelen ziyaretçiler. Birde Avukat ziyaretleri kişiye özeldir, son iki ziyaretçilerin kimliği sadece idare ve ziyaret edilen şahsın bilgisi dahilindedir, oda arkadaşları bilmez. Cübbeli hocayı Hapishanede Adil Öksüzün ziyaret etmiş olması ister istemez insanın aklına bazı şeyler getiriyor.

Tahliye olduktan sonra bir yıl boyunca mollayla görüşemedim tedbiri bahane ederek uzak durdu ama fark ettimki insanları tek tek çağırıp aleyhimizde örgütlemiş. Bilahare birkaç görüşmemiz oldu bu görüşmelerimizde çok net gördümki bizden kurtulmak istiyor fakat iki engeli var birisi yukarıda söz ettiğim büyük dershanenin hisselerinin %45 inin bizim üzerimizde olması, ikincisi yayınevinin bizzat şahsıma ait olması. Dershane hisselerini bizden kendisi istedi bizde dedikodu olmasın diye devir ettik.

Yayınevi konusuna gelince zaten yorulmuştum çünkü artık itimat etmediğim bir adam, afaki ve içi boş iddialar ve Müslümanlarla sürekli didişmeler birde yavaş yavaş Üstad’ın talabelerine yönelik olumsuz yaklaşımların artık ne düzeltilir tarafı kalmıştı nede çekilir tarafı vardı. Yayınevini bilabedel devredeceğimi alacağımı verip vermemekte serbest olduğunu eğer verirse memnun olacağımı vermezssede bu dünyada dava görmeyeceğimi söyledim. Celal Aşçı bunun şahididir çünkü onun evinde söyledim. 2012 yılı kasım ayı itibariyle yayınevinin 33,500 (otuz üç bin beş yüz tl) borcu vardı buna mukabil 407,000 (dört yüz yedi bin tl) stokta malı vardı yaklaşık 45,000 (kırk beş bin tl) alacağı vardı. Şahsi alacağım yani nakit koyduğum para o tarihte 165,000 (yüz atmış beş bin tl) idi. Bu 8 yılda verdiğim miktardı. Dövize çevirmemiştim. Yayınevinin borcu olan 33,500 tlyi taleb ettim ve borçlarını kapattım. Onun haricinde, tek kuruş ödeme yapılmadı, helallik istenilmedi üstelik iftira edildi. Bunu izah etmemin sebebi sanki yayınevi benim değilde cemaatinmiş gibi takdim ediliyor, bu kuyruklu yalandır. Zaten bunun kaç mislini ailece mollaya zekat vermiştik.

Mollanın artık bizimle maddi işi bitmişti kaldı cemaat içinde itibar suikastı yapmak. 2013 yılı kasım ayında İstanbul/Ümraniye deki dershanede Mustafa Kaplanın adamlarından Murat Öztürk isimli şahıs çok abes bir şekilde ayağa kalkıp Hacı Yılmaza karşı saygısızca bir takım ifadelerde bulunuyor. Tipik provokatörlük yapıyor, kimse karşılık vermeyince çekip gidiyor bir anda ortalık karıştı. Murat Öztürk mollanın yazdırdığı belli olan bir metin okuyor ama molla ve Kaplan haberimiz yok diyerek yemin ediyorlar.

Bu kabul edilir bir davranış değildi 43 yıl beraber omuz omuza hizmet ettiği bir arkadaşını artık ihtiyacı kalmadığı ve başkalarının biatına engel gördüğü veya cemaat içinde sözünün dinlenildiği gibi gerekçelerle bir provokatör eliyle diskalifiye etmek. Tabi ben buna karşı çıktım bunu kabul etmediğimi söyledim. Bunun üstüne beyefendi bizleri Muşa çağırdı gelin toplantı yapıp bunu çözelim, aklınca bizi ve gazeteci taifesini karşı karşıya getirecek kendisi de hakem olacak. Halbuki bizimle o şahısların arasında herhangi bir sorun yoktu aksine bize saygıda kusur etmemişlerdi özellikle Hacı Yılmaza karşı müthiş bir saygıları ve tevecühleri vardı. Hacı Yılmazın her dersine iştirak etmeye çalışıyorlardı. Tek sorun mollanın onları bize karşı doldurması ve kışkırtmasıydı. Fakat gitmemekte olmazdı çünkü bunu çevremize anlatamazdık.

Devam edecek..

TAHŞİYE YAYINLARI SAHİBİ

FETÖ KUMPASLARI MAĞDURU

MEHMET NURİ TURAN

16 Nisan 2022 günü Fetö frarileri Ayşe Yağcı Hüseyin yağcının kardeşi Fetöcü Fatih Yağcının Sözler Köşkü İngilizce youtube kanalı üzerinden Türk milletine referans verdiği OMER SULEİMAN’ın LeGeBeTe yi İslam ile beraber gösterme SKANDALLARI inceleyelim.

Fatih Yağcının İstanbul merkezli Sözler Köşkü Fetö Derneğinde konuk aldığı OMER SULEİMAN legebeteyi destek amaçlı katıldığı bir programda başına namaz takkesi takarak şu açıklamaları yapıyor : legebete ile birlikte durmaya, birlikte dua etmeye, birlikte ağlamaya kararlıyız

İslamiyetin şartlarında Müslümanların heteroseksuel eşcinsel legebeteliler ile omuz omuza olması gerektiği yalanını Sözler Köşkünün tavsiye ettiği İslam alimi ilan ettiği OMER SULEİMAN her fırsatta anlatmaktadır ayrıca Dinler arası diyalog faaliyetleri yürütmektedir.

Sözler Köşkünün İstanbul merkezli fetö gaybubet derneği üzerinden Türk milletine ehli sünnet Müslümanlara tavsiye ettiği referans verdiği OMER SULEİMAN resimde gördüğünüz üzere LEGEBETE haklarını savunmak için sokak eylemlerine başına namaz takkesi takarak katılıyor.

OMER SULEİMAN BASINA KAMERALAR KARŞISINDA VERDİĞİ DEMEÇTE : LGBT ile birlikte durmaya birlikte dua etmeye birlikte ağlamaya kararlıyız demektedir. 

Türkiyede yasaklı fetö haber ajansı Samanyoluhaber üzerinden OMER SULEİMAN konusuna bakıldığında Sözler Köşkünün muteber ilan ettiği legebete destekcisi OMER SULEİMANın Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğana muhalif söylemlerini fetöcülerin propaganda yaptığı görüldü

Sözler Köşkü Fatih Yağcının Türk milletine tavsiye ettiği legebete destekcisi sözde İslam alimi olarak tanıtılan OMER SULEİMANın fetö örgüt ajansında çıkan haberlerinde Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ile alay ettiği gözlemlenmektedir.

Sözler Köşkü Fatih Yağcının Türk milletine tavsiye edip muteber ilan ettiği Omar Suleiman’ın önderliğinde bir müslüman tesettürlü kadın (Zehra Biloo, ABD Müslüman Derneği Yöneticisi) legebete’li rahibe tarafından kutsanıyor.

Sözler Köşkünün İstanbul merkezli fetö gaybubet derneğinden Fatih Yağcının Türk milletine muteber ilan ettiği OMER SULEİMAN kafasına namaz takkesi takarak legebete eylem yürüyüşlerine çeşitli inanç grubları ile Yahudi, Hristiyan vs “Aşk sınır tanımaz sloganı ile yürüyorlar.

Omar Suleiman Müslümanların farklı gruplarla ittifak yapabildiğini legebete grupları ilede yapılması gerektiğini söylüyor. Kendi yazısında 6 level ittifak modeli geliştirdi. Yaptığı ittifaklarda skandallar görülmektedir.

Sözler Köşkü İstanbul fetö Derneğinden Fatih Yağcının ehli sünnet Müslüman olarak ilan ettiği OMER SULEİMANın legebete desteği verdiği eylemde Yahudi ve Hristiyanlar ile beraber Telaal badru ilahisini okuyarak eylem yaptığı ifşa videosu ortaya çıktı.

Sözler Köşkü imamı OMER SULEİMANın Legebeteli rahibelerle ve hahamlarla beraber katıldığı protestolarda Legebeteli rahibeler Müslümanları Kutsadı. incilden şarkı söyledi. Beraber diz çöktü. Telaal badru söyledi. Hristyan Kutsal Suyu döktü. legebete bayrakları salladılar.

Omer SULEİMANın ekibinden İlhan Omar ise, Minnesota’nın 5. kongre bölgesinin ABD temsilcisi, müslüman feministlerle yaptığı birçok ortak programları var. İlhan Omar Müslüman kadın olmasına rağmen LEGEBETE yürüyüş ve etkinliklerine katılarak desteğine devam ediyor.

Türkiye İstanbul merkezli fetö faaliyetlerini özgürce devam eden Fetö frarileri Ayşe Yağcı Hüseyin yağcının kardeşi Fetöcü Fatih Yağcı Sözler Köşkünün imamlarından OMER SULEİMAN ekibinden İlhan Omar’ın legebete bayrağı ile kamuoyuna karşı legebeteyi destek mesajı veriyor.

Linda Sarsour da aynı şekilde SÖZLER KÖŞKÜ İMAMLARINDAN Omar Soleiman’ın da ortaklarından. Kadın müslüman feminist ABD politikacısı. Legebete açık destekçisidir.

Bu yayınlanan 29 sayfa PDF’te Amerikadaki müslümanların Legebete’yi ortak hak kazanmak için destekleyebildikleri hakkında fetva verdiler. Jonathan Brown: Sözler Köşkü imamı Omar Suleiman’ın kurucusu olduğu ve başkanlık yaptığı Yaqeen Enstitüsünün yöneticilerinden.

barış, adalet ve sevgi adına seni kutsadım.” haç işareti yaparak diyor legebeteli rahibe Sözler köşkü fatih yağcı imamı OMER SULEİMAN nın ekibinden bu lgbtli rahibe Türk milletini Risale-i Nur maskesi adı altında fetöcüler tam gaz aldatmaya zehirlemeye devam ediyor.

 

Bütün bu abuk subuk iddiaların sonucu başta Üstad’ın talebeleri olmak üzere herkesin mollaya biat etmesini istediler, kimse kale almayınca başta Üstadın talabeleri olmak üzere bütün Nur talebelerini önce tenkit ettiler, sonra tekfir derecesinde zem ettiler. Birde molla derslerde Risale-i Nur yerine kendi kitaplarının okunmasını taleb etti ben ve birkaç kişi karşı çıkınca olmadı, yayınevinin başındaki adam olarak bunu kabul etmemek mollaya çok ağır geldi.

Mollanın niyetini bilmem ama ben zaruri bir ihtiyaç olarak gördüğüm için cihad ve zekat konularında eser yazılması gerektiğini bellirtim. Çünkü Fetö ve benzeri yapılar artık cihadın bittiğini iddia ediyorlardı ve bunada Üstad hazretlerinin birkaç cümlesini bağlamından koparıp delil getiriyorlardı. Fetö, ve daha başka guruplar dernek ve vakıflarına zekat topladıkları gibi fakirlere verilenin boşa gittiğini söylemeye başladılar, bu konuların İslam fıkhına göre izahı elzem olmuştu. Birde İsa (as) nuzulu anası, babası belli birçok kişi için İsa (as) denildi veya nuzulun bedeni olacağı inkar edilmeye başlandı.

Bana göre yayınevinin yüz akı sayılacak üç temel kitab yayınladık, birisi Zekat hakkında diğeri Cihadla alakalı diğeri nuzulu İsa (as) idi. Zekatla alakalı olan 69 fasıldan oluşuyordu. Cihad’la alakalı olan 53 bölümden müteşekkildi. Zekat, Cihad ve Nuzul hakkında ne varsa temel klasiklerden derlendi ve Türkiye’de ilk defa üç konuda bu kadar kapsamlı ve derli toplu eser yayınlanmıştı. Üstelik Merhum Mehmet Şefket Eygi beyin 2008 Ramazan ayında zekat kitaplarının tanıtımını yaparak Fetö ve benzeri “cemaatlere” vermemeleri konusunda uyarıcı yazılar yazması bizi hedef haline getirdi. Tabi biz millet zekatı istismar etmesin diye kitap yazarken içeriden deveyi hamuduyla yutmuşlar.

Neticede Feto bizzat 6 Nisan 2009 tarihinde yaptığı haftalık talimat verme sohpetinde “Tahşiye” ismini vererek polislerini ve istihbaratçılarını üzerimize saldı. O güne kadar hakkımızda hiç olumsuz rapor vermeyen Emniyet İstihbarat raporları bir anda aleyhimize döndü. Sonuç olarak 22 Ocak 2010 günü İstalbul, Urfa, Diyarbakır, Malatya, Elazığ merkezli olmak üzere yaklaşık 30 İl ve İlçede 56 kişi göz altına alındı bunlardan İstanbulda 10 Malatyada 1 Diyarbakırda 4 Elazığda 1 kişi tutuklandı. Bilahare Aksarayda yapılan operasyonda iki kişi daha tutuklandı.

Tutuklananların yarısı yayınevi failiyetlerinden, diğerleri para ilişkilerinden ötürüydü. Çünkü kumpas gereği Şirinevlerdeki eve konulan iki el bombası ve bazı paslı mermiler haricinde dosyada iki konu vardı, birisi parasal ilişkiler, yani mollanın zekat toplama failiyetleri etrafında dönen işler, ikincisi isimsiz imzasız bazı kitapçıklar. Bunlar Esrarname, Cihadname vs. gibi şeylerdi, onun haricinde dosya boştu doğrusu terör örgütü olduğumuz konusunda dosya boş olduğu için el bombaları yerleştirilmişti. Malatya, Diyarbakır ve Aksaray dosyaları ilk duruşmada tahliye oldular, İstanbulda ilk tahliyeler 8 ay sonra geldi Ben, Molla, Hilmi ve Kaplan 17 ayın sonunda tahliye olduk, evine bomba onulan Turgut Yıldırım 4 ay daha kaldı.

Tutuklandıktan sonra molla resmen döküldü, hiçbir suç unsuru taşımayan kitaplarına sahip çıkmadı, kitaplarını tashih ettiğini kabul etmedi, ders yapmadığını ısrarla beyan etti hatta kaset çözümleri için onlar taziyelerdeki nasihatlerimdir dedi. Bize de sakın ders yaptığımı söylemeyin diye ısrar etti. Kitapları ben ve Kaplan üstümüze aldık.

Hapishanede biz her konuda yüzleştik özellikle ismi etrafında dönen Mehdilik iddiası ve para toplama konusu. Mehdilik meselesine her zaman olduğu gibi ben razı değilim Kaplan yapıyor, beni dinlemiyor sözünü dillendirdi, tahliye olduğumuz gün Beşiktaş adliyesinin nezaretinde ben o ve Kaplan bir aradayken konuyu tekrar açtım topu taça atmaya çalıştılar, ben çıkışınca molla, Kaplana bir daha yapmayacağına dair söz ver, yemin et dedi, oda her zamanki gibi rahatlıkla söz verdi yemin etti. Mollada aynı sözü verdi, sözlerinde ne kadar durdukları herkesin takdirine bırakıyorum. Zekat toplama konusunda bir daha asla yapmayacağına dair kasemle söz verdi, fakat hapisten çıkar çıkmaz ilk iş cemaatindeki esnaflara zekatınızı benden başkasına verirseniz sizi helal etmem diyerek tehdit etmiştir.

Devam edecek.

TAHŞİYE YAYINLARI SAHİBİ

FETÖ KUMPASLARI MAĞDURU

MEHMET NURİ TURAN

Kısa zamanda hata yaptığımı anladım çünkü üç ortağımdan yazılanları tashih etmeyi bilen, belli bir iş disiplinine sahip olan yanlızca Mustafa Kaplandı, oda tashih dışında hiçbir işe el atmadı. Bünyamin Ateş hiçbir zaman yardımcı ve alakadar olmadı, bir iki denememiz oldu hiçbir şeyden anlamadığını görünce bir daha teşebbüs etmedim. Burhan Bozgeyik sadece kendi kitaplarını bastırıp para kazanma derdindeydi. Birde oğluna sigortalı bir iş bulmak. Yayın evine cemaat içinden veya dışından kim yardım etmişse piyasa şartlarına göre ücretini almıştır. Bu konuda kimseye minnetim yok.

İkincisi yazılan kitaplar geldikçe bir çok bilginin özellikle içtima-i meselelerin çok rast gele ve kulaktan dolma bilgiler olduğuna şahit oldum. Mollanın tarih, Felsefe, Sosyoloji gibi konularda bütün medrese mollaları gibi yetersiz bilgiye sahip olduğunu biliyordum ama bu denli olacağını düşünmemiştim. Üstelik kitaplarda üslup birliği yoktu, belliydiki birden fazla kalem oynatan vardı. Tercümeler daha çok yoruma dayanıyordu, vs. Oda diğer mollalar gibi hiçbir zaman Kadı sicillerini veya Osmanlı Şeyhülislamlarının hazırladığı kanunnamelerini, Abbasi dönemi uygulamaları okumamıştır. Yani teorik olarak bildiklerinin yaşanmış şekline vakıf değiller. Onu diğer mollalardan ayıran tek özellik Risale-i Nur okumuşluğu idi.

Yeri gelmişken kitap yazımı hususunda kısaca fikrimi belirteyim, biz üç türlü kitap çıkardık birincisi konusu itibariyle Fıkha tekabül eden kitaplar bunlar zekat veya cihad gibi hususlardı. İkincisi tefsir sayılacak Rumuz-ul Kur’an serisidir. Üçüncüsü Risale-i Nur şerhleridir, ilk ikisine herkes tam katılmasada Risale-i Nur meslek ve meşrebine doğrudan dokunmadığı için münakaşa konusu değildi, münakaşa konusu olan Şerhlerdi o mevzuda asıl sorun bizim pervasızlığımızdı.

Şerhlerle ilgili şunu söyleyebilirim Risale-i Nur adına ilk defa kitap yazan molla değildi, aksine Yeni Asyanın kurulmasıyla başlayan bir işti. Hocanın biri Kader Nedir? Adıyla kitap yazıyor diğeri Kader Risalesinin Şerhini yazıyor, veya Ruh Nedir, yada 29. Sözün şerhi, bu listeyi uzatmak mümkün ama gereği yok.

Bunların ortak özelliği uslub ve takdim şekli ayrı olmakla beraber temel mantık aynı, yani Risale-i Nur anlaşılmıyor, biz yardımcı olalım diyerek kitap yazıyorlar. Bunu yapan zatlar tarihten şerh örnekleri vererek meselelerini ispata çalışıyorlar, bu zevatın unuttuğu bir şey var tarihte şerh edilen eserlerin hiç birisi avam için yazılmamıştı aksine medrese müderrisleri ve talebeleri için yazılmış ders kitaplarından ibarettir.

Şunuda belirteyim hepsi için istisnasız söylüyorum fikir mahsûlü olan eserler, ilhâm eseri olan Risâle-i Nûr’a perde ve gölge olmaktan öteye gitmedi.

Zira, Risâle-i Nûr ekseriyeti i’tibâriyle ilhâm eseri olduğundan, fikr-i beşerînin eseri ona takaddüm edemez. Çünkü ilhâm, sonsuz ilm-i İlâhî’den gelir. İlm-i İlâhî ise, herşeyi ve herkesi bütün husûsiyyet ve ahvâliyle bildiği için, en isâbetli ve tam muvâfık ve ma’nâ külliyyetine ve kudsiyyete sâhib ve dertlere devâ olacak ma’nâları ilhâm eder. İnsân ise, idrâk ve hislerinin teşkîl ettiği husûsî âleminin rengine göre görür.

Ayrıca, 13. Söz’ün son yarısında, ihâtâ ve muvâzene-i hakàik cihetiyle fikr-i beşerin noksaniyeti ve 27. Söz olan İçtihad Risâle’sinde “Bu zamânda hayât-ı dünyeviyyenin te’mîni , siyâset merâkları ve ahkâm-ı dîniyyeye teslîmiyyet yerine, felsefe ve aklın maslahat anlayışına tâbi’ olmak gibi cemiyetin üç mühim özelliğinin gereği semâvîlikten uzaklaşılması sebebiyle zamanımızda erbab-ı ilmin, ilm-i şerîatta ve kemâlât-ı dîniyyede yetersizlikleri açıkça ortadır.

Bu konuda yeteri kadar söz söyledim. Şerh yapmış olmaları benim açımdan sorun teşkil etmiyor çünkü neticede ümmetin kabul edip etmeyeceğine veya indi İlahide makbuliyetine onlar veya ben karar vermiyorum.

Asıl mesele şudur işi şerh yapmada bırakmadılar, hızlarını alamadılar Üstad’ın cümlelerini “düzeltmeye” başladılar. Rüçhaniyet dava ettiler, tavzif makamı adıyla bir şey icad ettiler, ve bütün Türkiyede adet olduğu üzere bütün “mürşidler” gibi mollanın seyyid olduğunu iddia ettiler. Kılıçtaroğlunun seyid ve hafız ilan edilmesi gibi. Meraklıları Polonyalı filmini hatırlasın.

Kaplan onun Milli İbrahim Paşanın torunu olduğunu ve paşanında seyyid olduğunu iddia etti. Halbuki paşanın seyidlikle hiçbir ilgisi olmadığını bütün kürd’ler bilir. Aslen Viranşehir’lidir, 11 alaydan müteşekkil Hamidiye paşasıdır. 1909 yılında bazı olaylar yüzünden sürgüne gönderilir, yolda Şengal mıntıkasında vefat eder ve Irak / Sincara defnedilir. Ailesi Suriye / Kamışlıdadır. Daha önce hakkında uzun bir makale yazdığım için konuyu kısa kesiyorum. İnternette paşa hakkında çok bilgi var ayrıca TRT Kurdi onunla ilgili bir belgesel yapmış, dileyen izlesin.

Devam edecek.

TAHŞİYE YAYINLARI SAHİBİ

FETÖ KUMPASLARI MAĞDURU

MEHMET NURİ TURAN

Bu arada 1984 yılından itibaren sol cenah Fetö gerçeğini dile getirmeye başlamıştı. İslami cenahın kafası karışıktı çünkü sol cenah Fetö söylemini bütün bir İslama ve tüm cemaatlere teşmil ediliyordu, buna karşın İslami cenah bir taraftan Fetö,yü savunma ihtiyacı hissediyordu, bir taraftanda kibarca kendileriyle alakası olmadığını anlatıyorlardı. 1990 – 1991 yılındaki körfez krizi esnasında Fetönün açıkça ABD politikalarını desteklemesi, İslami hareketlerin İsrailde yaptıkları eylemlere karşı durması ama İsrailin hiçbir eylemine ve yaptıklarına ses çıkarmaması benim açımdan onun gerçek yüzünü alenen ortaya koymaya yetmişti.

O tarihte Merter dershanesine ben mollaya Fötö irtidad etmiştir dedim ve delillerimi sıraladım aramızda biraz münakaşa yaşandı ama kesin bir dille red etti.

2001 yılında 11 eylül saldırıları bir anlamda herkesin ezberini bozdu, çünkü ABD başkanı George W. Bush ya bizdensiniz yada karşımızdasınız diye demeç verdi ve bütün dünyayı açıkça tehdit etti. Tabi ben karşısındaydım. Dönem Sovyetler Birliğinin yeni dağıldığı ve dünyanın tek kutuplu bir eksene kaydığı bir dönemdi yani ABD’ye dur diyecek bir güç yoktu. ABD ilk iş NATO nun 5. Maddesini yürürlüğe koydu yani bir üyeye saldırılırsa bütün üyelere saldırılmış kabul edilmesi maddesi. Şunuda hemen söyleyelim 1984 yılından beri Türkiye’ye yapılan dış kaynaklı PKK saldırılarına karşı 5. Madde işletilmediği gibi aksine onlara silah ve lojistik destek veriliyor.

ABD ve müttefikleri el Kaideyi bahane edip Afganistan gibi savaş yorgunu gariban bir İslam ülkesine saldırdılar (gerçi boyunun ölçüsünü aldı) Fetö burdada açıkça ABD nin yanında yer aldı. İşte bu saatten sonra Mollayı Fetöye karşı muhalefete ikna etmeye çalıştım. Oda yavaş yavaş o çizgiye geldi. Mollanın muhalefetinde iki müteharrik unsur vardı birincisi hocaların sahip olduğu kendini gösterme arzusu, herkesin taraftar olduğu veya taraftarmış gibi gözüktüğü bir dönemde Fetö’ye muhalefet etmek tanınmak için bayağı geçerli bir yoldu. Diğeri onda var olan kendinden başkasının varlığını kabul etmeme dürtüsü.

Bu arada gazeteci takımı muhtelif ülkelerde eylemler yapan ve yaptıklarının İslam adına olduğunu iddia eden bazı gurupları destekler mahiyette yazılar yazıyorlardı, mollada derslerinde bu konuları işliyordu ama yeteri bilgiye sahip olmadığı, uslubu ve Türkçesi yetersiz olduğu için yanlış anlaşılmalara müsait açıklamalar yapıyordu. Bütün bunlar gereksiz bir şekilde bizi zora sokuyordu. Çünkü o guruplarla hiçbir ilişkimiz olmadığı halde bir anda onlarla anılmaya başlanmıştık. Bütün ikazlarımıza rağmen buna devam ettiler.

Gazeteci taifesi mutlaka yayın yapmamız gerektiği konusunu sürekli işliyorlardı, neticede molla ile konuşup karar vermişler. İlk defa 2003 yılında Mustafa Kaplan, Tahşiye ismiyle şahıs olarak yayınevi kurdu ve Kader Risalesi Haşiyesi adında bir kitapçık çıkardı, bilahare Münazarat Risalesi ve Şerhi’ni tab ettiler ve orda kaldılar çünkü toplama parayla ancak bu kadar olabilirdi, üstelik kira ve eleman maaşlarıda yoktu çünkü ders arkadaşımız Av. Aziz Bozdemir ofisini hizmet için onlara kullandırdı ayrıca her türlü angaryasını o çekti. Tabi bu iyiliği muhtelif hezeyanlarla karşılık buldu.

2004 yılında molla yayın işinin başına geçmem için çok ısrar etti benim birçok çekincem vardı evvelemirde işim gücüm vardı boş değildim. Kaplan, Bünyamin ve Burhan koşturacaklarını ve bana iş bırakmayacaklarını söylediler. Birde yayınevleri ve benzeri kurumsal yapılar neticede mal varlığı olduğu için cemaat içinde ihtilafa sebep oluyordu o yüzden ilk şartım yayınevinin şahsıma ait olmasıydı, karıda zararıda benim olacaktı. Bu kabul edildi diğer şartım madem benim şahsi mal varlığımdır kimse işime karışmayacak. İki şartımıda kabul etti ve kabul ettiğini cemaate deklere etti.

04.06.2004 tarihinde Mustafa Kaplan, Bünyamin Ateş, Burhan Bozgeyik,i ortak ederek limited şirket kurup hızlı bir şekilde kitaplar çıkarmaya başladık.

Devam edecek.

TAHŞİYE YAYINLARI SAHİBİ

FETÖ KUMPASLARI MAĞDURU

MEHMET NURİ TURAN

Molla efendi 1990 lı yılların başında Muşta kendisine 12 daireli ve iki dükkanlı bir bina yaptı maaşından başka hiçbir geliri olmayan birisi bir anda zenginler sınıfına katıldı. Parayı nerden bulduğunu soranların kimisine Vartolu yaşlı bir adamdan, kimisine Bulanıklı bir kadıncağızdan miras kaldığını söylüyordu. Bu adam veya kadını gören, tanıyan hiç kimse yoktu. Üstelik yoksul bir aileden geldiğini babasının fahri imamlık yaptığını herkes biliyordu, baba bir anne ayrı kardeşleri Fransada kaçak işçi olarak çalışıyorlardı, diğer kardeşi ise yardımla geçiniyordu.

İşin aslı ise paranın yüzde seksenini R. Aşçı ailenin bütün zekatını iki senelik zaman diliminde mollaya vermişti bir miktarınıda benden borç aldı ve ödemedi. Zekatıma saymamı söyledi. Daha önce bahsettiğim 1200 gr altın hikayesi odur. Bu arada şunu söyleyeyim mollanın alacağımı zekata saymamı ısrar ettiğine şahid olan ve şahidliğini Halvale ve Salvale okuyarak inkar eden Hilmi Azbay’a sadece şunu soracağım o olayı hatırlamadığını söyledin, peki kaybettiğin ve üstüne yattığın üstelik suçu ABEŞ ailesine attığın malı hatırlıyormusun? Borcu zekata saydırma işi ise, sadece bana yapılmış bir şey değil öğrendiğime göre çok kişiye yapmış.

1997 yılına geldiğimizde molla dışarıya açılmaya karar vermiş. Vermiş diyorum çünkü bunu bizim gibi eski arkadaşlarıyla istişare etmemiş yeni ahbap çavuşlarıyla hareket etmiş. Bütün Türkiye’yi adeta karış karış geziyorlardı, bu seyahatlerde mürid topluyorlardı tabi her mürid yeni gelir demekti. Bu hal yaklaşık on yıl devam etti bilahare molla birden kesti, sonradan öğrendiğime göre Muş emniyet İstihbar şubesi polisleri seyahat etmemesi konusunda onu uyarmışlar.

Bu arada bizde ileride “kuracağımız islami sisteme” kadrolar yetiştirmek üzere 5400 metrekare kapalı alana sahip bir bina inşaa etmeye başladık. Binamız 2010 yılında bitti ve mollanın talimatıyla öğrenci yurdu olarak YURT KUR’a kiraya verildi ilk önceleri erkek yurdu olarak kullanıldı sonra KIZ yurduna dönüştürüldü. Geçen yıl tahliye edildi.

Öğrendiğime göre tahliyeden önceki son kirası aylık 56300 (Elli altı bin üçyüz TL.) Kiranın kime gittiğini ferasetinize havale ediyorum. Tabi satışa çıkarıldı. Akibetini bilmiyorum. Ama 50 yıllık medresemiz geçen yıl satıldı. Duyduğuma göre parasıyla otel yapılmış.

Bu mücadele esnasında ben harala gürele meşgul iken molla bütün mesaisini dünyalık edinmeye ayırmış, zekat toplama hususunda muhtelif şikayetler bana geldi ama doğrusu konduramadığım için ve geçinmek için olduğunu düşündüğümden kulak arkası ettim.

Bilahare tutuklanınca olayın vahametini gördüm çünkü toplanan zekatlar akla ziyan miktarlardaydı. Savcı bu paraların mollaya mal edinmek için olduğunu yazması gerekirken kumpas mantığına uygun olarak el Kaide için olduğunu iddia etmek abzürtlüğünde bulundu. Halbuki dosya çok açıktı dosyaya göre para toplayanlar, Muş merkezde Hilmi Azbay, Almanya’da Ali Karakale, Azerbaycan’da Hüseyin Büyükfırat, Malatya’da Yusuf Selami Çakaroğlu ve daha birçok kişi fakat isimleri dosyada sarih geçmediği için bende yazmayacağım.

Yine dosyaya göre bu paralar mollanın damadı Saim Aşçı’ya gidiyordu. Bu paranın nerelere kullanıldığı mollayla damadı arasındaki tlf konuşmalarında net olarak ortada. Ya yeni bir inşaat yapılıyor yada arsa satın alınıyor. AVM inşaatı başlı başına bir rezaletti zaten. Tabi damat bütün işlere ortaktı. Halbuki hiç ihtiyacı yoktu babası ve amcasının temiz bir ticaretleri vardı, demekki ona yetmiyordu.

Şimdi bazıları şunu sorabilir, neticede dosyaya kumpas diyorsun ve o dosyadan delil getiriyorsun? Haklısınız dosya tamamen kumpastı, kumpas olan yaptıklarımız, yazdıklarımız veya konuştuklarımız değildi bunların elde ediliş biçimleri, yorumlanış ve bağlamından koparılmasıyla kumpas oluşurulmuştu.

Mesela mollanın inşaatı için para toplaması bunu telefon konuşmalarında açıkça belirtmesine rağmen paranın el Kaide için toplandığını iddia etmek veya yayınevin’in bandöllü kitaplarını örgüt yayını gibi göstermek vb, şeylerle kumpas kuruldu. Terör örgütü yaftası içinde gazeteci tayfasının etrafındaki şaibeli adamların müdavimi olduğu ev seçildi. Oraya iki el bombası ve biraz eski mermi bırakıldı. Maalesef Burhan Bozgeyikle akrabalık dışında hiçbir suçu olmayan, Turgut Yıldırım kurban edildi.

Tabi aynı şekilde mollada dosyadan ve dava safahatında şunu fark etti ben ve hacı Yılmazın cemaat üzerindeki müspet etkisini. Bunu uzun zamandır kısmen biliyordu ama dosyadaki bir takım telefon konuşmalarından net öğrendi. Bu durum onu rahatsız ediyordu çünkü birkaç kişi haricinde insanlara söyledikleri ve istediklerini gelip bizimle istişare etmelerine karşı telaşlandı ve cemmatin bizim peşimizden geleceği endişesine kapıldı. Ve önce Hacı Yılmazın kendisiyle rekabet ettiğini dile getirmeye başladı ben buna itiraz edince benide dahil etti. Bilahare bizlere Fetöcü iftirasını attı.

Devam edecek.

TAHŞİYE YAYINLARI SAHİBİ

FETÖ KUMPASLARI MAĞDURU

MEHMET NURİ TURAN