
Kısa zamanda hata yaptığımı anladım çünkü üç ortağımdan yazılanları tashih etmeyi bilen, belli bir iş disiplinine sahip olan yanlızca Mustafa Kaplandı, oda tashih dışında hiçbir işe el atmadı. Bünyamin Ateş hiçbir zaman yardımcı ve alakadar olmadı, bir iki denememiz oldu hiçbir şeyden anlamadığını görünce bir daha teşebbüs etmedim. Burhan Bozgeyik sadece kendi kitaplarını bastırıp para kazanma derdindeydi. Birde oğluna sigortalı bir iş bulmak. Yayın evine cemaat içinden veya dışından kim yardım etmişse piyasa şartlarına göre ücretini almıştır. Bu konuda kimseye minnetim yok.
İkincisi yazılan kitaplar geldikçe bir çok bilginin özellikle içtima-i meselelerin çok rast gele ve kulaktan dolma bilgiler olduğuna şahit oldum. Mollanın tarih, Felsefe, Sosyoloji gibi konularda bütün medrese mollaları gibi yetersiz bilgiye sahip olduğunu biliyordum ama bu denli olacağını düşünmemiştim. Üstelik kitaplarda üslup birliği yoktu, belliydiki birden fazla kalem oynatan vardı. Tercümeler daha çok yoruma dayanıyordu, vs. Oda diğer mollalar gibi hiçbir zaman Kadı sicillerini veya Osmanlı Şeyhülislamlarının hazırladığı kanunnamelerini, Abbasi dönemi uygulamaları okumamıştır. Yani teorik olarak bildiklerinin yaşanmış şekline vakıf değiller. Onu diğer mollalardan ayıran tek özellik Risale-i Nur okumuşluğu idi.
Yeri gelmişken kitap yazımı hususunda kısaca fikrimi belirteyim, biz üç türlü kitap çıkardık birincisi konusu itibariyle Fıkha tekabül eden kitaplar bunlar zekat veya cihad gibi hususlardı. İkincisi tefsir sayılacak Rumuz-ul Kur’an serisidir. Üçüncüsü Risale-i Nur şerhleridir, ilk ikisine herkes tam katılmasada Risale-i Nur meslek ve meşrebine doğrudan dokunmadığı için münakaşa konusu değildi, münakaşa konusu olan Şerhlerdi o mevzuda asıl sorun bizim pervasızlığımızdı.
Şerhlerle ilgili şunu söyleyebilirim Risale-i Nur adına ilk defa kitap yazan molla değildi, aksine Yeni Asyanın kurulmasıyla başlayan bir işti. Hocanın biri Kader Nedir? Adıyla kitap yazıyor diğeri Kader Risalesinin Şerhini yazıyor, veya Ruh Nedir, yada 29. Sözün şerhi, bu listeyi uzatmak mümkün ama gereği yok.
Bunların ortak özelliği uslub ve takdim şekli ayrı olmakla beraber temel mantık aynı, yani Risale-i Nur anlaşılmıyor, biz yardımcı olalım diyerek kitap yazıyorlar. Bunu yapan zatlar tarihten şerh örnekleri vererek meselelerini ispata çalışıyorlar, bu zevatın unuttuğu bir şey var tarihte şerh edilen eserlerin hiç birisi avam için yazılmamıştı aksine medrese müderrisleri ve talebeleri için yazılmış ders kitaplarından ibarettir.
Şunuda belirteyim hepsi için istisnasız söylüyorum fikir mahsûlü olan eserler, ilhâm eseri olan Risâle-i Nûr’a perde ve gölge olmaktan öteye gitmedi.
Zira, Risâle-i Nûr ekseriyeti i’tibâriyle ilhâm eseri olduğundan, fikr-i beşerînin eseri ona takaddüm edemez. Çünkü ilhâm, sonsuz ilm-i İlâhî’den gelir. İlm-i İlâhî ise, herşeyi ve herkesi bütün husûsiyyet ve ahvâliyle bildiği için, en isâbetli ve tam muvâfık ve ma’nâ külliyyetine ve kudsiyyete sâhib ve dertlere devâ olacak ma’nâları ilhâm eder. İnsân ise, idrâk ve hislerinin teşkîl ettiği husûsî âleminin rengine göre görür.
Ayrıca, 13. Söz’ün son yarısında, ihâtâ ve muvâzene-i hakàik cihetiyle fikr-i beşerin noksaniyeti ve 27. Söz olan İçtihad Risâle’sinde “Bu zamânda hayât-ı dünyeviyyenin te’mîni , siyâset merâkları ve ahkâm-ı dîniyyeye teslîmiyyet yerine, felsefe ve aklın maslahat anlayışına tâbi’ olmak gibi cemiyetin üç mühim özelliğinin gereği semâvîlikten uzaklaşılması sebebiyle zamanımızda erbab-ı ilmin, ilm-i şerîatta ve kemâlât-ı dîniyyede yetersizlikleri açıkça ortadır.
Bu konuda yeteri kadar söz söyledim. Şerh yapmış olmaları benim açımdan sorun teşkil etmiyor çünkü neticede ümmetin kabul edip etmeyeceğine veya indi İlahide makbuliyetine onlar veya ben karar vermiyorum.
Asıl mesele şudur işi şerh yapmada bırakmadılar, hızlarını alamadılar Üstad’ın cümlelerini “düzeltmeye” başladılar. Rüçhaniyet dava ettiler, tavzif makamı adıyla bir şey icad ettiler, ve bütün Türkiyede adet olduğu üzere bütün “mürşidler” gibi mollanın seyyid olduğunu iddia ettiler. Kılıçtaroğlunun seyid ve hafız ilan edilmesi gibi. Meraklıları Polonyalı filmini hatırlasın.
Kaplan onun Milli İbrahim Paşanın torunu olduğunu ve paşanında seyyid olduğunu iddia etti. Halbuki paşanın seyidlikle hiçbir ilgisi olmadığını bütün kürd’ler bilir. Aslen Viranşehir’lidir, 11 alaydan müteşekkil Hamidiye paşasıdır. 1909 yılında bazı olaylar yüzünden sürgüne gönderilir, yolda Şengal mıntıkasında vefat eder ve Irak / Sincara defnedilir. Ailesi Suriye / Kamışlıdadır. Daha önce hakkında uzun bir makale yazdığım için konuyu kısa kesiyorum. İnternette paşa hakkında çok bilgi var ayrıca TRT Kurdi onunla ilgili bir belgesel yapmış, dileyen izlesin.
Devam edecek.
TAHŞİYE YAYINLARI SAHİBİ
FETÖ KUMPASLARI MAĞDURU
MEHMET NURİ TURAN